Acıya en çok alışkın olanımız mı güçlü oluyor? Yoksa acıya en çok duyarsız kalan mı?

      Acıya en çok alışkın olanımız mı güçlü oluyor? 
      Yoksa acıya en çok duyarsız kalan mı?
      Aslında alıştıktan sonra duyarsızlaşmaya başlamıyor muyuz zaten... En çok acıyan yerlerimizi kapatmak üstünü örtmek istemiyor muyuz, yada en çok o acıyan yerleri, gizliden gizliye; gelsin biri üfleyip geçti acımıyor bak geçecek desin istemiyor muyuz? ''Asla'' derken ; ''aslında ben çok acıdım zamanında, ama sende acıtma diye direniyorum'' demeyi istemiyor muyuz. İstiyoruz. Hemde o kadar çok istiyoruz ki, korkuyoruz. Yeniden aynı yerler kanasın, yeniden aynı yerler acısın istemiyoruz. Korkuyor, hep tedirgin yürüyoruz, ne zaman tam teslim olmak istesek, dur diyoruz. Dur orda. Daha kaç defa düşeceksin. Daha kaç adımla yeniden yıkılacaksın. Dur orda...  Dur işte...
      Yüreğimizi açtığımızda  inanmak ve güvenmek istiyoruz ya, en çok da sığınmak istiyoruz ya, yaralarını sardım bak artık iyileşeceksin derken bile sessizce desin istiyoruz karşıdaki, sessiz ve sesini senin bile zor duyacağın  bir uslupla... Aslında sevmeyi bile kendimiz için istiyoruz, ne bencilce... Sevilmeyi de sevmeyi de becerememiz bundan en çok...
     Zamanın değiştirmediği ne çok az şey var, ne çok az... Keşke hastalıklı bir kelimedir, ne tarafdan tutulsa acıtır. Çünkü insan en çok sahip olamadığının keşfine, ait olamadığının özlemine ve ne eksikse hayatımızdan onun avuçlarına konmasına muhtaçtır. Aslında içsel doyumun yaşanmasına bağlı bir muhtaçlıktır bu. hiç sevilmemiş birinin aşka olan özlemi gibi...
     Zamanın kıskacında yürürken rastladığımız o büyük, yıkılmaz, dokunulmaz, kötü hiçbir vasıfla addedilemez ve hiçbir kaba sıgdırılamayaz, hiçbir boyutta anlatılamaz kocaman yürekli heykelimiz; kendimizden vererek yarattığımız, o hayranlık uyandıran ve hayali o dağ, değerlerimizin ilahı haline getirdiğimiz; bütünlük; bir bakıyoruz ki hiçlik... Karşımızda gerçekte olan değil, bizim kendi beynimizde yarattığımız o hayali karakterden başkası olmuyor ne yazık ki. Hayran olduğumuz karakteri oluşturup beynimizde kodluyoruz, bilinç altımız biz bile farkında olmadan uyanıp ''Bu karekter acaba o karakter mi?'' diyor.
    Zamanla kendimizden alıp, bilinç altımızda yarattığımız o karaktere yüklediğimiz ve aslında bizim olan o değeri, o insana enjekte ediyoruz. Sonra ne mi oluyor? Sonra bütün değerimiz, bizim öz saygımız da dahil yavaş yavaş bir kan nakli gibi karşıya nakloluyor. Farklı yanı ise kan verildikçe sizdeki kan azalmaz bir hafta içinde aksine kanınız temizlenmiş ve çoğalmış olur, burda ise siz kansız kalmaya başlarsınız. kanınız azalır ve nakil devam ettikçe azalırsınız, sizden olan herşey birer birer azalır.  Yıllar da gerekmez bazen bunun için, verdiğiniz süre size bağlıdır aslında. Ne kadar çok kan verirseniz o kadar nefessiz kalırsınız. Şimdi belki bana kızacaksınız, sevmek bu mudur diye. Tabiki bu değildir, karşılık beklemeden sevmektir aslolan, menfaatsiz, dupduru ve bir annenin çocuğuna olan saflıkla bakabilmektir yüreğe. Derler ya lale devrinde kaldı bunlar... Bazen gerçekten kalmadığına inanıyoruz, samimiyetin arkasında menfaat yatan herkesi sorguluyoruz beynimizde, ''Acaba mı?'' diyoruz.. acaba mı...
      İnanmaya inanmayı unutmuşuz artık. Daha acısı var mıdır?
       Ne çok acı birikmiş heybemizde, ve ne çok acı var yüreğimizde gizli. Hepsi birer birer acırken, kanatırken ve yok olup zamana direnemezken, biz nasıl direniyoruz bunca acıya bilinmez...
Ne derler bilirsiniz, rabbim dağa taşa verdiğinde acıya dayanamamış ve tuz buz olmuş dağlar, işte insan bir dağ kadar heybetli değilken bunca hüzne gögüs geriyor. Yüreğiyle bakıyor yüreğiyle görüyorsa birçok şeyi, aslında direnebilmeli. Kalpler allahın elinde çünkü... Ona inanıp ona güvendik mi manevi huzuru tadınca, dünyayla olan bağı zayıflıyor insanın. Hırsları, beklentileri, istekleri... hepsi azalıyor... Gerçek huzura yöneliyoruz, bunca dert neden verildi diye sorgularken, işte tam o noktada imanımıza tutunuyoruz. Hamdolsun... Elhamdülillah diyoruz. Her acıdan  sonra her kederden sonra her hüzünden sonra ancak hatırlıyoruz ki;  
      BU DÜNYA BU KADAR... 
      BU DÜNYA RÜYA... 
      BU DÜNYA İMTİHAN. 
      BU DÜNYA İŞTE TAM DA BU KADAR... 
      GERÇEK OLAN TEK ŞEY İSE SIGINMAKTAN ASLA USLANMAYACAGIMIZ TEK YER:    ALLAH...
      
       KÜÇÜK BİR DİPNOT: Sizi sadece siz olduğunuz için seven insanları kaybetmeyin, çünkü onlar sizi gerçekten sevenlerdir. Anne gibi baba gibi size menfaatsiz bakabilenleri kaybetmeyin...
        Sizi bir ''hiç''ken bile, kocaman dağ bilenleri kaybetmeyin...
        Zaten bir gün kaybedeceksiniz...
         BU DÜNYA BU KADAR...


  

   https://www.instagram.com/toprakkokusuuuuu/    
 : linki tarayıcınıza kopyalarak yada
 @toprakkokusuuuuu instagram adresinden
   iletişim kurabilirsiniz.



                                                                                               SEVGİLER...

Yorumlar

  1. Bu guzel yazı için Teşekkür ederiz .
    Blog'u keşif etkinliğinden geliyorum ben de beklerim

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  3. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  4. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  5. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  6. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  7. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  8. Önemli giriş adreslerine buradan ulaşabilirsiniz.
    betturkey giriş
    betpark giriş
    6OJBAS

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar